top of page
pexels-pavel-danilyuk-8112201.jpg

Kamu Hastanelerinde Meydana Gelen Hastane Enfeksiyonu ve İdari Yargıda Tazminat Davası

  • Yazarın fotoğrafı: Sarıkaya HUKUK BÜROSU
    Sarıkaya HUKUK BÜROSU
  • 18 Şub 2023
  • 14 dakikada okunur


KAMU HASTANELERİNDE MEYDANA GELEN HASTANE ENFEKSİYONU VE İDARİ YARGIDA TAZMİNAT DAVASI


GİRİŞ

Her gün sağlık kuruluşlarına bir rahatsızlarından dolayı şifa bulmaya giden hastalar, kendilerinin hiçbir kusuru olmamasına rağmen enfeksiyona maruz kalmaktadırlar. Bu enfeksiyonlar büyük boyutlarda sağlık problemlerine yol açmakta, tedavi için ciddi harcamalar gerektirmekte ve en kötüsü de ölümle sonuçlanmaktadır. Sağlık hukukunda son yıllarda meydana gelen gelişmelere paralel olarak adli yargıda hastane enfeksiyonundan zarar görenler bir nebze zararlarını tazmin etmeyi başarabilseler de idari yargıda mevcut sistematik engeller bunu zorlaştırmakta, devlete karşı açılan davada kanunun eşitlik ilkesinde bireyi ikinci planda tutması sebebi ile mağduriyetler artmaktadır.


1.HASTANE ENFEKSİYONU TANIMI

Hastane Enfeksiyonu, hastanede veya başka bir yerde bir hastalığın tedavisi sırasında meydana gelen, yatan hasta, sağlık personeli, ziyaretçi ve hastane ile ilişkili diğer kişilerde oluşan enfeksiyonlardır. “Nozokomiyal enfeksiyon” veya güncel tanımıyla “sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon” olarak da adlandırılır. Yataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği’nin tanımlarla ilgili 4üncü maddesinde Hastane Enfeksiyonu: Yataklı tedavi kurumlarında, sağlık hizmetleri ile ilişkili olarak gelişen tüm enfeksiyonlar şeklinde tanımlanmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde “National Nosocomial Infection Survey”e (NNIS) katılan hastanelerde uygulanmak üzere 1987 yılında “Centers for Disease Control” (CDC) tarafından bir dizi tanımlar geliştirilmiş ve Ocak 1988’de uygulanmaya başlamıştır. Bu tanımlar, daha sonra dünyanın her yerinde birçok hastane enfeksiyonu kontrol programına uyarlanmıştır. Cerrahi yara enfeksiyonlarının tanımı 1992 yılında gözden geçirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir. NNIS sisteminin adı 2005 yılında National Healthcare Safety Network (NHSN) olarak değiştirilmiştir. CDC’nin hastane enfeksiyonu tanı kriterleri son olarak 2008 yılında güncellenmiştir.

Genellikle hastaneye yatışın 48-72. saatinde veya dahili hastalarda taburcu olduktan sonraki 10 gün içinde, ameliyat geçirenlerde bir ay içinde, protez uygulananlarda ise bir yıl içinde gelişen ilgili enfeksiyonlar hastane enfeksiyonu olarak değerlendirilir[1]. Hastane enfeksiyonları ekzojen (çapraz) ve endojen (self-oto) enfeksiyonlar olarak iki grupta değerlendirilir. Endojen enfeksiyonlar hastanın kendi florasından kaynaklanır. Örneğin hastaya kateter takılırken, yani damar içine bir müdahale söz konusu olduğunda, enfeksiyon oluşturan bakteri veya bakteri kümelerinin kan yoluna geçmesi ile hastane enfeksiyonu oluşabilir. Ekzojen enfeksiyonlar ise dışarıdan alınan mikroorganizmaların kan yoluna geçmesi ile oluşan enfeksiyonlardır[2]. Primer Kan Dolaşımı Enfeksiyonları, Cerrahi Yara Enfeksiyonu, Akciğer Enfeksiyonu, Üriner Sistem (böbrekler, üreter, mesane, üretra veya retroperitoneal ya da perinefritik boşluklardaki dokular) Enfeksiyonları, Genital Sistem Enfeksiyonları, Deri ve Yumuşak Doku Enfeksiyonu, Kemik ve Eklem Enfeksiyonu, Kardiyo-Vasküler Sistem Enfeksiyonları, Göz-Kulak-Burun-Boğaz ve Ağız Enfeksiyonu, Gastro-İntestinal Sistem Enfeksiyonu, Alt Solunum Yolu Enfeksiyonları, Santral Sinir Sistemi Enfeksiyonları gibi çeşitleri olup bu enfeksiyonlar içinde en sık rastlanılan türleri üriner sistem ve cerrahi yara enfeksiyonlardır.

Hastanede yatmak, yatış esnasında uygulanan işlemler veya cerrahi girişimler hastane enfeksiyonu gelişmesinde risk oluşturmaktadır. Dünya verilerine göre hastane enfeksiyonları sıklığı %3-17 arasında değişmekte olup bu değer yoğun bakım ve yanık üniteleri gibi birimlerde %20-40’lara çıkmaktadır. Gelişmemiş ülkelerde sağlık kuruluşuna başvuran hastalarda hastane enfeksiyonu gelişme riskinin gelişmiş ülkelere oranla 2-20 kat artmış olduğu bildirilmiştir[3].

Gelişmiş ülkelerde hastane enfeksiyonlarından ölüm, ilk 10 ölüm nedeni arasında yer almaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu saptamanın yapılabilmesinin nedeni gelişmiş istatistiki çalışma olanaklarına sahip olmalarıdır, geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde, ölüme neden olma sırasının daha da ön sıralarda olduğu düşünülmektedir, ancak yeterli istatistiki çalışma yapma olanağı olmadığından çoğunlukla tespit edilememektedir[4].

Centers for Disease Prevention and Control” (CDC) raporuna göre sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) her yıl 1.7 milyon sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon ile 99 000 bu enfeksiyonlara bağlı ölüm geliştiği ve bu enfeksiyonların %32’sinin üriner sistem enfeksiyonları, %22’sinin Katater enfeksiyonları, %15’inin akciğer enfeksiyonları, %14’ünün kan dolaşımı enfeksiyonları olduğu tahmin edilmektedir[5].

Hastane enfeksiyonları morbidite(hasta olma oranı) ve mortaliteyi(ölüm oranı) artırır, hastanede yatış süresini uzatır, maliyeti arttırır. Hastane enfeksiyonu etkeni olan mikroorganizmalar yıllar içinde tedavide kullanılan antimikrobiyal ilaçlara direnç kazanmıştır. Bunun bir yansıması olarak sık karşılaşılan birçok ciddi hastane enfeksiyonunun tedavisi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Son yıllarda kullanımdaki antimikrobiyal ilaçların hepsine dirençli ‘panrezistan’ mikroorganizmaların neden olduğu, ölümle sonuçlanabilen ciddi hastane enfeksiyonları tüm dünyada hem klinik uygulamalarda, hem de yasal boyutta önemli sorunlara neden olmaktadır[6].


2.HASTANE ENFEKSİYONLARININ NEDENLERİ

Hastane enfeksiyonlarının ortaya çıkmasına neden olan için birçok risk faktörü bulunmaktadır. Bu faktörleri hastaya ait olanlar, hastaneye/çevreye ait olanlar ve sağlık çalışanlarına ait olanlar olarak üçe ayırabiliriz.

Hastaya ait olanlar; Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, yaşlılık, bağışlık yetmezliği oluşturan ilaçlar/hastalıklar, invaziv araç kullanımı, şişmanlık, yanık, travma, artmış antibiyotik kullanımı. Hastaneye/çevreye ait olanlar; ameliyathane koşulları, olumsuz çevre, hastanede yapım-onarım çalışmaları, kontamine yüzeyler(On dokuz Mayıs Üniversitesinin cep telefonları üzerinde yapmış olduğu çalışmada, mobil telefonların % 94,5’ nun kontamine olduğu ve bunların yaklaşık 1/3’ünün dirençli bakteri olduğu bulunmuştur). Sağlık çalışanlarına ait olanlar; el hijyeni kurallarına uyum oranı, ameliyat ve invaziv uygulamalar esnasında oluşan komplikasyonlardır.

Hastane enfeksiyonları çok sık görülüyor olmasa da ciddi tehlikelere neden olduğundan sağlık kurumlarında yaşanan en önemli tıbbi problemlerdendir. Hastane enfeksiyonları en çok yoğun bakım üniteleri ile organ nakli ve yanık üniteleri, hemodiyaliz üniteleri gibi alet kullanılarak ve sık tekrarlanan işlemlerin yapıldığı bölümlerde yapılan hatalar sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Meydana geldiğinde enfeksiyonun nedenini bulmak, daha fazla yayılmadan kontrol altına almak ve tekrarları önlemek enfeksiyon nedenlerini azaltan en önemli işlemlerdir.

Günümüzde hastane enfeksiyonlarının, tamamen görülme olasılığının ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı düşünülmesine rağmen, gelişmiş ülkelerde görülme sıklığının sıfıra yakın olduğu gerçeği, ortadan kaldırılamasa bile çok büyük bir oranda azaltılabileceğinin bir göstergesidir.


3.HASTANE ENFEKSİYONU KOMPLİKASYON MU TIBBİ MALPRAKTİS Mİ?

Tıp hukuku anlamında komplikasyonlar, hekimlik meslek ve sanatının doğasından kaynaklanan, tıbbi standartların gerektirdiği objektif dikkat ve özen gösterilse bile kaçınılmaz türden bir takım istenmeyen olumsuz etkileri ifade etmektedir[7].

Uygulamadaki komplikasyonlara örnek olarak; hücre kanlanması, kemik kırılmaları, enfeksiyonlar, felçler, kan pıhtılaşmaları, emboliler, yara tedavisi arızaları, iç organ zedelenmeleri, bağırsak tıkanması sayılabilir.

Komplikasyon olduğu hallerde tıbbi uygulama hatasından ve hekimin kusurundan ve dolayısıyla hekimin ve idarenin sorumluluğundan söz edilemez. Bu nedenle tıbbi müdahalelerde izin verilen risk ile tıbbi malpraktis ayrımı hassasiyetle yapılmalıdır[8].

Hasta açısından öngörülebilir komplikasyonlara yönelik de tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirler alınmış ise ve hekime bu yönden bir kusur yüklenemiyorsa, komplikasyon yönetimi de iyi yapılmıştır. Her ne kadar komplikasyonlardan dolayı hekime ve idareye sorumluluk yöneltilemeyecek olsa da komplikasyon iyi yönetilememişse, sorumluluk gündeme gelebilir[9].

Tedbirler alınmamış veya gecikilmişse, komplikasyon yönetimine özen gösterilmemiştir ve bu durumda komplikasyonun malpraktise dönüştüğünden bahsedilebilir ve hekim sorumlu tutulabilir[10].

Dava dosyalarında “takipte yetersizlik”, “yetersiz takip” veya “tedavide takip hatası” olarak ifade edilen durumların komplikasyon yönetiminin eksikliğine dikkat çektiği anlaşılmaktadır[11].

Tıp biliminin standardına ve tecrübelerine göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi de tıbbi uygulama hatası olarak kabul edilmektedir[12].

Malpraktis(hatalı tıbbi uygulama), “kötü, hatalı uygulama” anlamındadır. “Tıbbi malpraktis” ise “tıp mesleği mensuplarının mesleki uygulamalarındaki hatalı, kusurlu hareketleri sonucu ortaya çıkan bir durumu” anlatır[13]. Tıbbi malpraktis, tıbbi müdahale nedeni ile oluşabilen zararlı durumların, müdahaleyi gerçekleştiren kimsenin hatalı veya ihmalkâr davranışları sonucu gelişmesidir. Türk Tabipler Birliğinin Etik İlkeleri’nin 13. maddesinde “bilgisizlik, deneyimsizlik yada ilgisizlik nedeni ile hastanın zarar görmesi” olarak tanımlanmıştır.

Tıp hukuku uygulamasında tıbbi malpraktis-komplikasyon ayrımı büyük öneme sahiptir. Sağlık çalışanları malpraktis nedeniyle sorumlu tutulurken, komplikasyonlar nedeniyle sorumlu olmayacakları kabul edilmektedir. Buradaki sorun ise neyin komplikasyon sayılacağı ve bu ayrımın nasıl yapılacağıdır. Tıp mesleği mensupları bir tıbbi müdahalenin öngörülebilir sonuçlarını da komplikasyon olarak kabul etme eğilimindeyken, hukukçular, ancak bu sonuçların meydana gelmesinde sağlık çalışanına yüklenebilecek bir kusur varsa, komplikasyon kabul etmemektedir[14].

Hekimin sorumluluğu, hizmet sunarken hata yaparak zarara neden olmamak için bilgi ve becerisini yetkinleştirmek ve hizmet sunumunda yeterli özeni göstermektir. Bununla birlikte, malpraktis oluştuğunda tüm sorumluluk yeterli değerlendirme yapılmadan yalnızca hekime yüklenemez. Çünkü sağlık hizmetini sadece hekim sunmaz; hizmet, diğer sağlık çalışanlarıyla, çalışma koşullarıyla, altyapı olanaklarıyla, uygun nitelikte hizmet için gerekli malzemelerle, örgütlenme biçimi ve yönetsel boyutuyla bir bütündür. Dolayısıyla malpraktisteki sorumlulukları belirlerken, başta sağlık hizmetlerinin örgütlenme ve sunum biçimi olmak üzere ilgili boyutların tümü göz önüne alınmalıdır[15].

Hukuk uygulamasında tıbbi müdahale sonucunda ortaya çıkan zararlı sonucun tıbbi malpraktis mi komplikasyon mu olduğu hususu önem arz etmekle beraber; bu ayrıma göre sorumluluk tespiti yapılması uygun değildir. “Oluşan zararlı sonuç komplikasyondur, bu nedenle sorumluluk yoktur” denilemez. Zira, oluşan komplikasyon konusunda hasta müdahaleden önce bilgilendirilmemiş ise ve bu bilinçle müdahaleye onay vermemiş ise sorumluluk doğabilir[16].

Hastane enfeksiyonu tali bir hastalıktır, “tedaviye eşlik eden hata”lardandır ve enfeksiyona neden olunması veya enfeksiyonun önlenmemesi şeklinde gerçekleşebilir. Tedavi olmak için hastaneye gelen bir kişinin başka bir hastalığa yakalanması hali olan enfeksiyon ayrıntılı bir inceleme yapmadan komplikasyon olarak değerlendirilmemeli, yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde tıbbi malpraktis olduğu sonucuna varılır veya komplikasyon yönetiminde hata olduğu tespit edilirse sorumluları hakkında gereken işlemler yapılmalıdır. Aksi takdirde enfeksiyon nedeniyle hastalık ve ölüm oranının her geçen gün artmasında suç ortağı olunacaktır.


4.SAĞLIK HİZMETLERİNDE DEVLETİN SORUMLULUĞU

Anayasamız devlete sağlık hizmetlerinde geniş bir şekilde ödevler yüklemiştir. Anayasamızın 41. Maddesinde, “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” şeklindeki ifade ile Türk toplumunun temelini oluşturduğunu belirttiği ailenin sağlığının korunması konusunda devlete sorumluluk yüklenmiştir. Yine Anayasamızın 56. maddesinde devletin sorumlulukları şu şekilde sıralanmıştır; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”

Görüldüğü üzere devlet vatandaşlarına karşı anayasada kendisine yüklenilen ödevler gereği sağlık hizmetlerinin kuruluşu, planlanması, denetlenmesi, işleyişi ve meydana gelen aksaklıkların giderilmesi ile sorumludur.


5.SAĞLIK HİZMET KURULUŞLARI ARASINDA HASTANELERİN YERİ

Birçok sağlık kurum veya kuruluşu sağlık hizmetleri sağlamaktadır. Bu kurum ve kuruluşlarda çalışan ve sağlık hizmetleri sektörünün en önemli bileşeni, sağlık mensubudur. Bu insan kaynağı dışında, fiziksel altyapı ve teknik donanım birimleri ise, başta hastaneler(kamusal-özel) gibi yatarak hasta tedavisi amacına yönelik kurulan yataklı tedavi kurumları olmak üzere; sağlık ocağı, ana-çocuk sağlığı merkezleri, tıp merkezi, poliklinik veya muayenehane statüsünde faaliyet göstermek üzere ruhsatlandırılarak, ayakta teşhis ve tedavi hizmetleri verilen tüm sağlık kuruluşları oluşturur[17].


6.ÖZEL HASTANE-KAMU HASTANESİ AYRIMI

Ülkemizde, sağlık hizmeti sunan kurum ve kuruluşların özellikle hastanelerin örgütlenmesini düzenleyici pek çok hukuki düzenleme bulunmaktadır. 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanunu’nun 1. maddesinde özel hastane “Devletin resmi hastanelerinden ve hususi idarelerle belediye hastanelerinden başka yatırılarak hasta tedavi etmek veya yeni hastalık geçirmişlerin zayıfları yeniden eski kuvvetlerini buluncaya kadar sıhhi şartlar içinde beslenmek ve doğum yardımlarında bulunmak için açılan ve açılacak olan sağlık yurtları "hususi hastaneler" den sayılır.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Kamu hastaneleri ise kurulmaları, işletilmeleri ve sonlanmaları tamamen idare hukuku tasarrufları ile gerçekleşen; bünyesinde kurulduğu bir kamu hukuku tüzel kişisi tarafında yönetilip, işletilen yataklı tedavi kurumlarıdır[18].

19 Ocak 2005 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe konulan 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum Ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’a göre Cumhurbaşkanlığı, yüksek mahkemeler, Sayıştay, Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı, Üniversiteler, mahalli idareler ve mazbut vakıflar dışındaki[19] kamu kurum ve kuruluşlarına ait tüm sağlık birimleri, Sağlık Bakanlığına devredilmiştir.


7. İDARİ YARGIDA TAZMİNAT DAVASI

Sağlık hizmeti sunumu nedeniyle meydana gelen bir zarardan dolayı kişi, doğrudan doğruya tam yargı davası açamaz. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü ve Danıştay içtihatlarına göre izlenmesi gerekli bir prosedür vardır.


A. İdareye Başvuru Şartı

2577 sayılı İdari Yargılama Usulünün 13. maddesine göre idari eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar, tam yargı davası açmadan önce, idareye başvurarak zararlarının tazminini istemek zorundadırlar. Hastane enfeksiyonu nedeniyle zararın meydana geldiği ya da bu zararın meydana geldiğinin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak zararın tazmini istenmelidir. Bu şekilde vermiş olduğu zararın tazmini için yargı yoluna başvurmadan önce idareye bir fırsat verilmiş olunur. Fakat uygulamada bu hükümden yararlanma imkanı bulunmamaktadır. İdare, özellikle hastane enfeksiyonu gibi bir konuda yapılan başvurularda doğrudan tazmin yoluna gitmeyi genellikle tercih etmemektedir. Böyle olunca da bu hükmün işlevi uygulamada sadece zararını tazmin etmeme konusunda idarenin iradesini ortaya çıkarmaktan ibaret kalmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. Maddesinde belirtilen “idare” ile idare yargıda davalı taraf olabilme yeteneğine sahip bağımsız idari birimler yani devlet ve kamu tüzel kişileri kastedilmektedir. Başvuru bu birimlerin en üst makamına yapılmalıdır. Zararın tazmini isteğinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde görevli ve yetkili idare mahkemesinde dava açılabilir.

Kamu hastaneleri açısından başvurulacak idareler; devlet hastaneleri açısından Sağlık Bakanlığı, üniversite hastaneleri bakımından üniversite rektörlüğüne, askeri hastaneler açısından Mili Savunma Bakanlığına, belediye hastaneleri açısından Belediye Başkanlığına başvurulması gerekmektedir.

İdari başvuru şartı yerine getirilmeden doğrudan tazminat davası açılması halinde idari mahkemelerce bu durum idari merci tecavüzü sayılarak, dava dilekçesinin ilgili daireye gönderilmesine karar verilmektedir[20].

İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. Maddesinin 2. Fıkrasına göre; idari eylemden zarar gören ilgili, davasını idari yargı yerinde değil de, görevli olmayan adli ve askeri yargı yerinde açmışsa, bu takdirde, bu yargı yerlerince verilecek görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine daha önce idareye başvurulmamış olsa bile yine idareye başvuruda bulunmaya gerek olmaksızın, görevli ve yetkili idari yargı yerinde tam yargı davası açılabilir. Bu davanın açılması da idareye başvuru süresi içinde olmalıdır.


B. Yürürlükten Kaldırılan Uzlaştırma Prosedürü Uygulaması

663 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeye göre, sağlık mesleklerinin uygulanmasından dolayı zarara uğradığını iddia edenlerin dava açma süresi içerisinde gerçekleşen tazminat başvuruları, Bakanlık tarafından uzlaşma yoluyla halledilebilecekti. Uzlaşma uygulaması 20.02.2014 tarihinde kaldırıldı. Yaklaşık iki yıllık uygulamada bu yolu ne hastaların ne sağlık görevlilerin ne de sigorta şirketlerinin tercih ettikleri görüldü. Bu sebeple zaten ölü doğan uygulama fiilen de işlevsiz kalınca rafa kaldırıldı.


C. Görevli Mahkeme

Kamu hastanesine müracaat eden bir hasta ile hastane veya hekim arasında bir sözleşme ilişkisi söz konusu olmamaktadır. Hasta ile Hastane arasında bir kamu hukuku ilişkisi doğmaktadır. Bu nedenle, tıbbi müdahaleden doğan zararlarla ilgili olarak idare hukuku kuralları uygulanacaktır[21]. Kamu hastanelerinde gerçekleştirilen tıbbi müdahalelerden dolayı tazminat sorumluluğu devlete aittir.

Anayasa’nın 129/5. maddesine göre, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” Tazminat davası idareye karşı açılacak, ancak idare sorumlu olan hekime veya sağlık personeline rücu edebilecektir. Aynı şekilde Anayasa’nın 40/3. maddesine göre, “Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

6502 sayılı Tüketici Kanunu vekâlet ve eser sözleşmelerini Tüketici Kanunu kapsamına almıştır fakat bu düzenleme kamuda çalışan hekimlerle, kamu hastaneleri bakımından geçerli olmayıp, sadece bağımsız muayenesi olan, özel hastaneler bakımından geçerlidir. Bu nedenle Kamu hastanelerinde meydana gelen enfeksiyon vakalarında uyuşmazlık miktarı az olması halinde bile tüketici hakem heyetlerine başvurma imkanı olmamaktadır.

İdari yargıda hem kamu kurumu hem de hekim aleyhine dava açmak olanaklı değildir. Dolayısıyla, adli yargıda hekim aleyhine açılmış olan davanın, idari yargıda açılması gerektiği gerekçesiyle reddi hukuka uygun olmaz[22]

Enfeksiyon vakasının hangi kamu idaresi veya kurumu tarafından işletilen hastanede meydana geldiği tazminat hükümleri açısından önemli değildir. Tazminat davasında davalının tespiti açısından enfeksiyon nedeniyle meydana gelen zararın kamu hastanesinde oluştuğunun bilinmesi yeterlidir.


Ç. Yetkili Mahkeme

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 36. Maddesinde; zarar, bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer İdari mahkemesinin yetkili olduğu düzenlenmiştir. Bu hükümden hareketle enfeksiyondan kaynaklanan zarar idarenin eylemi neticesinde gerçekleşmiş ise, bu eylemin yapıldığı hastanenin bulunduğu yerdeki idare mahkemesi yetkili mahkemedir.


D. Zamanaşımı

Zarara konu eylemin öğrenilmesinden itibaren bir yıllık ve azami beş yıllık zamanaşımı süresi bulunmaktadır. Zararın öğrenilmesiyle beraber hasta veya hasta yakını, idareden zararın tazminini talep etmelidir. Bu talebin reddedilmesinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açılmalıdır. İdarenin bu talebe sessiz kalması durumunda ise bu sessizlik altmış gün sonra ret olarak anlaşılır ve bu tarihten itibaren altmış günlük dava açma süresi başlar[23].


E. Davayı Kim/Kimler Açabilir?

Hastane enfeksiyonundan kaynaklanan maddi ve/veya manevi zararların tazminine yönelik davanın davacısı bizzat hasta olabileceği gibi, hasta yakını sıfatını taşıyan ve hastanın yasal temsil yetkisine sahip kişiler ya da hastanın ölümü olasılığında destekten yoksun kalan kişiler davacı konumunda bulunabilir.

Hastane enfeksiyonu nedeniyle hastanın öldüğü durumlarda, hastanın fiili ya da farazi desteğinden yoksun kalan yakınlar, destekten yoksun kalma davası açabilecekleri gibi ayrıca bireysel ve/veya ailesel olarak uğradıkları manevi zararların karşılığını ödettirmeyi amaçlayan bir manevi tazminat davası açma olanağına da sahiptirler. Ölen kişi ile davacı arasında tazminat istemini haklı kılacak ölçüde bir yakınlık veya ilişkinin bulunması şarttır. Uygulamada, ölenin mirasçıları ve diğer yakın hısımları ile nikahsız karısı, evlilik dışı çocuğu ve nişanlısı gibi yakınlarının ve ayrıca ahlaki ve insanca duygularla sağlığında bakıp gözettiği bazı kişilerin sübjektif dava ehliyetine sahip olacakları kabul edilmektedir. Sakatlık, hastalık gibi bedensel zarar iddialarına dayanan maddi ve manevi tazminat davalarının kural olarak zarara uğrayan kişilerce açılması gerekir[24].


F. Tazminat Davası

İdari Yargı’da tazminat davası açan kişiler, iddia ve taleplerini haklı gösteren ve kanıtlayan tüm delil ve tıbbi belgeleri 2’şer nüsha halinde dava dilekçelerine eklemek zorundadırlar. Kural olarak İdari Yargı’da inceleme dosya üzerinden yapılır. Ancak taraflar talep ederse, bir defaya mahsusu olmak üzere, yargılamanın hitamı aşamasında duruşma yapılabilir. Mahkeme kamu kurumunun maddi/manevi tazminat ödemesine karar verirse, kurum bu tazminatı davacıya hükmün kesinleşmesini beklemeksizin öder.

İdarenin kuruluşundan, düzenlenmesinden ve işleyişinden kaynaklanan kamusal hizmet aksamalarına “Hizmet Kusuru” denir.

Hizmet Kusuru 3 şekilde ortaya çıkar; a) Hizmetin hiç işlememesi, b) hizmetin geç işlemesi, c) Hizmetin kötü işlemesi.

“Hizmet Kusuru” nun neden olduğu tazminatın sorumlusu sadece devlettir.

“Hizmet Kusuru”na dayalı tazminat ödemelerinde İdare, kamu personeline rücu edemez.

Kamu personelinin kamusal bir görevi yerine getirirken, uyulması zorunlu usul ve kuralları ihlal ederek zarara sebep olmasına “Görev Kusuru” denir. Bu kusura dayalı tazminatın asli sorumlusu Devlettir. “Görev Kusuru”na dayalı tazminat ödemelerinde idare, sorumlu kamu personeline rücu edebilir.

Kamu hizmetinin ifası sırasında oluşan zararların, “Sosyal Risk” kuramına göre devletçe karşılanması asıldır. “Kusursuz Sorumluluk”ta tazminatın asli ve tek sorumlusu Devlettir, idarenin sorumlu personele rücu etmesi söz konusu değildir.


G. Bilirkişi İncelemesi

2577 Sayılı Kanunun 31. Maddesi Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki bazı usul kurallarının 2577 Sayılı Kanunda hüküm bulunmayan hallerde idari yargılamada da uygulanacağını hükme bağlamaktadır. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda bilirkişilikle ilgili düzenleme bulunmadığından bilirkişilik müessesesi HUMK çerçevesinde ele alınacaktır.

Yargı organlarının ihtiyaç duyması halinde onlara yardımcı olmak ve bilirkişilik yapmak üzere kanunla görevlendirilmiş kurumlara “resmi bilirkişi” denilmektedir. Adli Tıp Kurumu ve Sağlık Bakanlığı bünyesinde bulunan Yüksek Sağlık Şurası gibi.

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 38. Maddesinde, “ yükseköğretim kurulunun isteği ilgili kamu kuruluşunun onayı ile yükseköğretim kurumları veya birimleri, İlgili adli mercilerin talebi ile adli tıp mevzuatı çerçevesinde adli tıp olaylarında ve diğer adli konularda resmi bilirkişi olarak görevlendirilebilirler.” hükmü yer almaktadır.

Yine 2659 sayılı Adli Tıp Kanunu’nun 31. Maddesine göre Yükseköğretim kurumlarının veya birimleri adli tıp olaylarında Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’na göre resmi bilirkişi sayıldığı düzenlenmiştir.

Bahsedilen bu iki kanun maddesine göre Yükseköğretim Kurumları yani, Üniversitelerin Tıp Fakülteleri bünyesinde Enstitü veya ana bilim dalı şeklinde örgütlenen araştırma ve öğretim birimleri resmi bilirkişi sayılmakta ise de son yıllardaki Danıştay kararlarında uyuşmazlıkların çözümünde esas alınması gereken bilirkişilik kurumunun adli Tıp Kurumu ve Yüksek Sağlık Şurası olduğu bunların dışındaki kişi ve birimlerce düzenlenen raporun esas alınarak karar verilmesinin hukuka aykırı bulunduğu yönündedir.

Uygulamada Adli Tıp Kurumu’nun iş yükü nedeniyle gerekçesiz ve özensiz raporlar sunması, Yüksek Sağlık Şurası’nın da Sağlık Bakanlığı’nın sürekli kurulu olması nedeniyle bünyesinde bulunduğu kurumu hakkında ne kadar objektif olabileceği tartışmalı olduğundan Danıştay’ın bu yöndeki kararlarının değişmesi gerektiği açıktır. Zira son derece teknik bir incelemeyi gerektiren bir hastane enfeksiyonu vakasında Adli Tıp Kurumu son derece özensiz, gerekçesiz ve hatta enfeksiyon uzmanı bir doktorun bulunmadığı bir kurul ile kararlar vermektedir.

Ceza davalarında mahkemelerin kanuna göre Yüksek sağlık Şura’sına başvurması zorunlu ise de tazminat davalarında mahkemelerin böyle bir zorunluluğu yoktur. Dolayısıyla, idari yargı mercilerinin hastane enfeksiyonundan kaynaklanan zararlardan dolayı açılan davalarda Yüksek Sağlık Şurası’na başvurma zorunlulukları bulunmamaktadır.


SONUÇ

Sağlık hizmetlerinin verilmesi sırasında hasta enfeksiyona yakalanmış olabilir. Hasta tıbbi zarara uğramış olabilir. Tıbbi zarar; hekimin bilgi eksikliği, tecrübesizliği, dikkatsizliği nedeniyle kasıt unsuru olmaksızın hastanın tıbbi bütünlüğünde oluşturduğu hasarlardır. Tıbbi zarar kavramı Danıştay’ın ve Yargıtay’ın içtihatlarıyla da şekillenmektedir. Hastanın veya hasta yakınının sağlık hizmeti alırken haklarının ihlal edilmeleri halinde müracaat, şikâyet ve dava hakları vardır. Tam yargı davası; idarenin bir işlemi veya eylemi dolayısıyla bireyin bir hakkını ihlal etmesi sonucu hakkın yerine getirilmesi veya tazmin edilmesi amacıyla açılan bir dava türüdür. Öncelikle idareden oluşan zararın tazmini istenmelidir.

Hastane ortamında bulunduğu esnada veya bir tıbbi tedavi sürecinde iken bağışıklık sistemi zayıflamış bir hasta her an hastalık yapıcı enfeksiyon riskine maruz kalabilmektedir. Sağlıklı bir insan için zararsız olan mikropların hasta bir kişi için ölümcül nitelikte zararlı olabildiği göz önüne alındığında hastane yönetimi, enfeksiyonu engelleyici uygulamaları aksatmadan yerine getirme, bu kapsamda organizasyon koşullarını kontrol etme ve tedaviye gelen hastaya enfeksiyon riski olmadığı güvencesini vermekle yükümlüdür.

Gerek hijyenik gerekse enfeksiyonel kusurlar, tıbbi organizasyon yükümlüsü hastane işletmesi tarafından ve tabiî ki bu işletmenin bir kamu işletmesi olması sebebiyle devlet tarafından tamamen kontrol altına alınabilir riskler arasında yer almaktadır. Hastane enfeksiyonu kader değildir, tıpkı trafik kurallarına uyulmadığında kaza ve ölüm meydana geldiği gibi, hijyen ve enfeksiyon kurallarına uyulmadığında da ölümler meydana gelir.

Av. Muhammed SARIKAYA



KAYNAKÇA

AKAR, Tülay Yıldız, 2012, İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi "Sağlık Hukuku Makaleleri", Hastane Enfeksiyonlarının Hukuki Yansımaları, Genel Yayın Sıra No: 201

ÇOLAK, Ahmet,2002, Nöroflirujide Malpraktis, Türk Nörofliruji Dergisi 12: 94- 98, 2002,

DEMİR, Mehmet, 2010, Hastanelerin Hukuksal Sorumluluğu, s.106, Ankara, Turhan Kitabevi

ER, Ünal, 2008, Sağlık Hukuku, Ankara, Savaş Yayınevi

GARNER JS, JARVİS WR, EMORİ TG, HORAN TC, HUGHES JM

GÜRSEL, Çetin, 2012, Tıbbi Malpraktis, Yeni Yasalar Çerçevesinde Hekimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu, Tıbbi Malpraktis ve Adli Raporların Düzenlenmesi Sempozyumu Bildiri Kitabı

HAKERİ, Hakan,2013, AKYILDIZ, Sunay, ÇELİK, Faik, SOMER, Pervin, Tıp Hukuku Atölyesi-I, Seçkin Yayınevi

HAKERİ, Hakan, 2014, Tıp Hukuku El Kitabı, Seçkin Yayınevi

HAKERİ, Hakan, 2014, Tıp Hukukunda Malpraktis Komplikasyon Ayrımı, Toraks Cerrahisi Bülteni

IRIZ, Betül, 2011, Çatak Sağlık Hizmetlerinden Kaynaklanan Zararlardan Dolayı İdarenin Sorumluluğu, Ankara Adalet Yayınevi

ÖZTÜRK, Recep, 2008, İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri- Hastane Enfeksiyonları Korunma ve Kontrol-Sempozyum dizisi,No:60.

SAVAŞ, Halide, Tıbbi Malpraktis ve Komplikasyondan Doğan Sorumluluklar, İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi "Sağlık Hukuku Makaleleri", Genel Yayın Sıra No: 201


[1] (ÖZTÜRK Recep, İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri- Hastane Enfeksiyonları Korunma ve Kontrol-Sempozyum dizisi,No:60. Ocak 2008- Hastane Enfeksiyonları: Sorunlar, Yeni Hedefler ve Hukuki Sorumluluk- S: 23) [2] (AKAR Tülay Yıldız, İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi "Sağlık Hukuku Makaleleri",2012, Hastane Enfeksiyonlarının Hukuki Yansımaları, Genel Yayın Sıra No: 201.syf:13) [3] (Sağlıkta Dönüşüm Programı, 2011, Hastane Enfeksiyonlarının Önlenmesi: Türkiye Deneyimi, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, Ankara) [4] (AKAR Tülay Yıldız, İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi "Sağlık Hukuku Makaleleri",2012, Hastane Enfeksiyonlarının Hukuki Yansımaları, Genel Yayın Sıra No: 201.syf:13.) [5] (http://www.cdc.gov/ncidod/dhqp/hai.html) [6] (Sağlıkta Dönüşüm Programı, Hastane Enfeksiyonlarının Önlenmesi: Türkiye Deneyimi, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, Ankara,2011) [7] (Demir, 2010:39) [8] (ÇOLAK, 2002: 50) [9] (AKYILDIZ, HAKERİ ÇELİK, SOMER,2013/ Tıp hukuku atölyesi –I, 112.) [10] (AKYILDIZ, HAKERİ ÇELİK, SOMER,2013/ Tıp hukuku atölyesi –I, 116.) [11] (AKYILDIZ, HAKERİ ÇELİK, SOMER,2013/ Tıp hukuku atölyesi –I, 119.) [12](HAKERİ,2014/Tıp Hukuku El Kitabı,337) [13] (GÜRSEL,2012/Tıbbi Malpraktis, Yeni Yasalar Çerçevesinde Hekimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu, Tıbbi Malpraktis ve Adli Raporların Düzenlenmesi Sempozyumu Bildiri Kitabı,31) [14] (HAKERİ,2014, Tıp Hukukunda Malpraktis Komplikasyon Ayrımı, Toraks Cerrahisi Bülteni, cilt.5, ss.23-28) [15] (Türk Tabipleri Birliği Etik Bildirgeleri, Malpraktis Bildirgesi,2010) [16] (SAVAŞ , İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi "Sağlık Hukuku Makaleleri",Tıbbi Malpraktis ve Komplikasyondan Doğan Sorumluluklar, Genel Yayın Sıra No: 201.syf:274.) [17] (DEMİR, 2010, 106) [18] (DEMİR, 2010, 117) [19] (ER, 2008, 229) [20] (IRIZ,2011,96) [21] 6100 sayılı HMK 3 çerçevesinde kamu hastanelerinde meydan gelen yanlış tanı ve hatalı tıbbi uygulamalardan kaynaklanan ölüm dâhil her tür cismani zararla ilgili maddi/manevi tazminat davalarında asliye hukuk mahkemelerinin görevli olacağına ilişkin düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğinden, bu davalar da idari yargıda görülecektir. [22] (HAKERİ,2014/Tıp Hukuku El Kitabı, 337) [23] (HAKERİ,2014/Tıp Hukuku El Kitabı,288) [24] (IRIZ, 2011/Sağlık Hizmetlerinden kaynaklanan zararlardan dolayı İdarenin Sorumluluğu,100)

 
 
 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page